Hangi gülme ya da ağlamanın uygunluğu ya da uygunsuz olduğunu nasıl anlamaktayız? Nedir bunun ölçüsü, ölçütleri, bizim      kendi komik ve trajik ayrımlarımızdan başka? Komik olan karşısında gülmek ve trajik olan karşısında ağlamak evrensel ve türümüze özgü.   

     Nedir gülmek ve nelere güler ‘’İnsan’’?

     Fizyolojik olarak gülme eylemi, 15 çeşit mimik kasın koordine ve spontane bir şekilde bir refleks olarak kasılması genişlemesiyle karakterize bir anlatım yolu, bir dışavurum biçimi bir refleks olarak belirlenmektedir.

     Dilimizde gülmeye yol açan olgulardan oluşan anlatı ve söz guruplarının toplamına bir sanat dalı olarak ‘’mizah’’ diyoruz. Güldürü anlamına gelen mizah, huy karakter anlamını taşıyan mizaç kökünden (Arapça) geliyor. Mizacımız gülme-güldürme içgüdüleriyle birleşerek mizah oluveriyor. Gerçi birçoğumuzun mizacının, yani karakterinin zaten mizahtan ibaret olduğunu düşünürsek, mizaç bozukluğu mizah bozukluğu haline gelir. Mizacı bozuklarda mizah zaten yoktur. Bir de ölçü anlamına gelen ‘’mizan’’ vardır ki  ‘’mizah-ı  bi-mizan’’ yani ölçüsüz mizah da bir bakıma bozuk bir mizaç sayılabilir.

     Ben şahsen mizaha yalnızca gülünç olarak bakılmasına karşıyım.  Benim için mizah insan aklının, zekasının en uç ve en yüksek noktasıdır; dolayısıyla insanların mizah anlayışları, zekasını ve karakterini ölçmeye yarayan önemli göstergelerdendir.

     Mizah, toplum düzeninde bozuk giden şeyi ortaya çıkarmaya çalıştığı, keskin bir toplumsal, yönetsel eleştiri getirdiği, amaç düzende bozuk gideni vurgulayıp, düzeltilmesi için toplumsal baskı oluşturmak ve böylece düzenin aksayan yönlerini kurup koruma misyonunu yüklenebilir. O halde mizah burada düzeni koruyucu, bozuksa düzeltici bir işlev görmeye çalışabilir. Bunun içindir ki her ülkede mizaha en fazla konu olan kişiler yöneticiler, aydınlar, din adamlardır.

     Bergson’a, ‘’Gülme, toplumun asosyal bireylere verdiği ıslah edici bir cezadır: gülmeyle hep açıkça söylemediğimiz bir kibir ve komşumuzu düzeltme yetisi yaşarız’’ der.

     Kadim milletimizde mizah geleneği binlerce yılın taşıdığı işlendiği çok görmüş bir kültürün ürünü türkülerimiz, koşmalarımızdaki olağanüstü inceliklerimiz çağımızın kötü etkileriyle hızla yozlaşmaktadır. Bu yozlaşma köyümüzde de kentimizde de hızla sürüp gidiyor, yüz paralık yeşil alan bulunca oraya turistik otel kondurmaya, Karadeniz’imizin güzelim yeşilini talan etmeye, kentlerimizin tarihi dokusunu santim santim zarar vermeye devam ettikçe konuşmalarımız kabalaşacak, gülüşlerimiz, zevklerimiz iyice tele-vole düzeyine inecektir. Yaşlandıkça cemiyetimizde mizahın hangi yöne gittiğini görmek korkutuyor beni. Duyunca görünce tanıdığım dünyanın bittiği kafama dank ediyor. Saygının sevginin sürgünde olduğu, binlercesinin içinde yapayalnız yaşamaya çalışan insanoğlu, sokaklara hakim argonun, küfürün, itibar cellatlarının arasında oksijen almaya çalışıyor.

-Her delinin başına bayrak diksek bedestende bez kalmaz.

-Tilki kıbleye dönmekle Müslüman mı olurmuş!

-Ne günlere kaldık ey gazi hünkar, eşek dizdar oldu, katır mühürdar.

-Dağlarda bayırlarda gezen bir yörük

Kimi tımarlı, kimi ser bölük

Bir elife dili dönmeyen hödük

Şehristana gelür ezan beğenmez. (Kazak Abdal)

 

-Boy kürkünü beğenmiyor köçekler,

Babasına akıl öğretir çocuklar,

Yumurtadan burnu çıkan cücükler,

Horoz oldum diye cık cık ediyor (Seyrani)

 

 

        Yine biz eskilerin o güzel, derin anlamlar taşıyan, gönülleri kırmadan, dökmeden, incitmeden, serin püfür püfür  latif sözleriyle günlerimiz hep gülerek geçsin! Öfkelerimiz, korkularımız sıkışıp kalmasın gönlümüzde!.. Unutmayın ki ‘’iki kahkaha bir kalem pirzola eder’’miş.